tag:blogger.com,1999:blog-16456248314887375822024-03-05T14:55:00.211+01:00ayva rendesitankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.comBlogger110125tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-14074197089218817372010-05-10T17:15:00.004+02:002010-05-10T17:18:28.720+02:00songörüşünce konuşuruz.<br />hadi öptüm.<br />tankuttankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-31926295766811091722010-04-22T12:25:00.003+02:002010-04-22T13:03:50.790+02:00vavien ve diğerlerineredeyse bir aydır yazamadım. neresinden başlasam bilemiyorum.<br /><br />6 nisan'da bir yeğenim oldu: defne.<br />ortaköy'e taşındım.<br />festival'de çalıştım.<br /><br />1. defne benim bunca küçüklüğüne bu kadar yakından şahit olduğum ilk insan evladı. bu kadar tepkili olmasını beklemiyordum; izliyor, tutuyor, kavrıyor, mis gibi kokuyor ve mutluluk saçıyor. çok akıllı ve bayağı kıllı bir yeğenim olacak gibi gözüküyor.<br /><br />2. dereboyu caddesine bakarak çalışmak oldukça kolay oluyormuş. havalar da açtıkça buralarda yürümek, vapura binmek, arkadaş ağırlamak git gide daha keyifli uğraşlara dönüşecek gibi. bunca sene istanbul'un orasında burasında yaşayıp da bir türlü boğaz'ı doyasıya tecrübe edememiş bir insan olarak, bu sene bu açığımı gidereceğim umarım.<br /><br />3. film festivali'nde sunum koordinatörlüğü diyesiler birşey yaptım. kendimi koordine etmeyi zar zor becersem de, filmlerden sonraki soru cevap oturumlarını büyük ölçüde arızasız geçirmeyi becerttirdim. ancak asıl anladığım şey; masa başında kalem kağıt işleriyle uğraşmaktansa, mikrofona birşeyler gevelemek bana daha kolay gelen bir mesele imiş. arada bir denge tutturmak lazım.<br /><br />en önemlisi ise, vavien şahane bir film. içten içe kıpraşıp cücüklenen taşralı türk erkeği burhan abi ve türevlerinin karanlık yönlerini sorgulayan ve bunu sinema ve anlatı tekniklerinin yetkinlikle kullanıldığı bir usulle kotaran feci güzel bir film.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-59756805837801351602010-03-24T12:00:00.002+01:002010-03-24T12:03:37.213+01:00aramızdaki hava"Aradaki havayı böyle laflarla doldurmak mümkündür, iyidir, ama yığ yığ lafları nereye kadar?" (s.72)<br /><br />Fatih Özgüven'in <span style="font-style: italic;">Hep Yazmak İsteyenlerin Hikayeleri</span>'nden özellikle <span style="font-style: italic;">Aramızdaki Hava </span>benzersiz bir şey. Peki Orhan Pamuk'un <span style="font-style: italic;">Hikaye Anlatamayanların Hikayesi</span>'ni hatırlayan var mı?tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-39997059390443904752010-03-17T20:42:00.005+01:002010-03-18T00:36:05.075+01:00orta malı hata<span style="color: rgb(0, 0, 0);font-family:arial;font-size:100%;" >2005'te post-60s turkish art dersi için yusuf atılgan'ın </span><span style="font-style: italic; color: rgb(0, 0, 0);font-family:arial;font-size:100%;" >aylak adam</span><span style="color: rgb(0, 0, 0);font-family:arial;font-size:100%;" >'ı ile ilgili "<a href="http://www.google.com.tr/search?hl=en&client=firefox-a&hs=Bhz&rls=org.mozilla%3Aen-US%3Aofficial&q=%22aylaklayarak+varolmac%C4%B1l%C4%B1k+ve+roman%C4%B1%22&btnG=Search&aq=f&aqi=&aql=&oq=&gs_rfai=">aylaklayarak varolmacılık ve romanı</a>" diye bir yazı yazmıştım. sonra onu o zamanlar çıkan agora diye bir dergi yayımlamıştı. agora belki hala çıkıyordur, bilemiyorum. neyse, demin google'da ismimi arattım - hayır hiç böyle bir adetim yoktur, ama ali'den aldığım keith gessen'in </span><span style="font-style: italic; color: rgb(0, 0, 0);font-family:arial;font-size:100%;" >all the sad young literary man</span><span style="color: rgb(0, 0, 0);font-family:arial;font-size:100%;" >'deki devamlı kendisini google'layıp goggle'ının "shrink" ettiğini fark ettiğinde bunalıma girince google'ı arayıp şikayette bulunan karakterden ilham aldım. neyse, işte benim bu yazı meğerse internette birçok sitede alıntılanmış, kopyalanmış, insanlar hakkında güzel yorumlar yapmış, aylak adam'la ilgili en kapsamlı yazı budur falan demişler. elbette pek hoşuma gitti.<br />ancaaak, gelelim yazıdaki ufak bir pürüze. yazıd</span><span style="color: rgb(0, 0, 0);font-family:georgia;font-size:100%;" >a atılgan'dan şöyle bir alıntı yapmıştım: </span><span style="color: rgb(0, 0, 0);font-family:Arial;font-size:100%;" >“Kimse bir başkasına ulaşamaz, çünkü kimse kendi sınırlarına varamaz.” hbk yazıyı pek beğenip beni ofisine çağırmıştı, ama o cümlenin yanından ok çıkartıp 'bunun kaynağını belirt.' demişti. cümlenin kaynağını baştan belirtmemiştim, çünkü cümle atılgan'a değil, auster'a aitti; <span style="font-style: italic;">hayaletler</span> romanından. ben sonradan <span style="font-style: italic;">hayaletler</span>'i tekrar okurken fark etmiştim. zamanında yaratıcı bir lapsus'um olmuş, çok mu?<br />neyse, böylece bu hatayı düzeltmiş olayım. gerçi bu cümle atılgan'a da yakışıyor, fazla mahsuru yok.<br /></span>tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-43342855355277798792010-03-10T15:22:00.002+01:002010-03-10T15:26:30.163+01:00denklemlerortaokulda matematik derslerinde - hangi konuydu bilmiyorum, bilmemkaçıncı dereceden denklemler falan herhalde - mathes (matematik hocasının soyadı mathes'ti), tilp ya da kirsch, ceket kollarının tebeşir tozu içinde kalması pahasına kollarını tahtaya dayayarak denklemin bir parçasını kapatırdı, böylece o parçayı yok sayarak bir sonraki aşamaya geçer, gerekli düzenlemeyi yaptıktan sonra o parçayı tekrar eklerdik.<br />gerçek hayatta da bu mümkün müdür?tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-83476284352597074392010-03-07T21:38:00.003+01:002010-03-09T13:46:10.001+01:00şarkılarşu dört şarkıya sardım:<br />1. <a href="http://fizy.com/s/1f9xb6">şarkı sözü böyle yazılır</a><br />2. <a href="http://fizy.com/s/1ahcqu">böyle yorum ve böyle cover dünyada tek</a><br />3. <a href="http://soundcloud.com/dj-tutan/zeki-muren-mektup-dj-tutan-light-mix">dj'lik budur arkadaş</a><br />4. <a href="http://fizy.com/s/1agti0">bu da bi başka<br /></a>tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-92226921635535189222010-03-07T21:12:00.005+01:002010-03-07T21:38:46.301+01:00peleshianson bir ay içerisinde artavazd peleshian'ın <span style="font-style: italic;">menq</span>'ini ve <span style="font-style: italic;">seasons</span>'ını yedi sekiz kez izledim herhalde. izlerken her seferinde ayrı ürperiyorum. youtube'u olanlar oradan seyredebilir.<br /><a href="http://soundcloud.com/dj-tutan/zeki-muren-mektup-dj-tutan-light-mix"></a>tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-3076859242175795002010-02-27T00:16:00.005+01:002010-02-28T12:40:13.025+01:00in the old society, in the new societyThe old society concentrated the maximum number of ways of life into the minimum of space and accepted, if it did not impose, the bizarre juxtapositon of the most widely different classes. The new society, on the contrary, provided each way of life with a confined space in which it was understood that the dominant features should be respected, and that each person had to resemble a conventional model, an ideal type, and never depart from it under pain of excommunication.<br /><br />Ariés, Phillippe (1960) <em>Centuries of Childhood</em>, p. 415<br /><br />eskisinden kasıt medieval, yenisi de (erken) modern.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-71856576889740703172010-02-25T00:43:00.004+01:002010-02-28T23:15:20.152+01:00workravebilgisayar başında çalışan herkese tavsiyem, free software <a href="http://www.workrave.org/">workrave</a>.<br />üç dakikada bir kısacık bir mola, kırk dakikada bir ise uzun bir mola için sizi kibarca uyaran, bu mola uyarılarını sizin çalışma temponuza göre ayarlayan, çeşitli egzersiz hareketleri tavsiye eden, türkçesi de bulunan, yalın arayüzüyle kullanımı çok kolay workrave, dünyayı kurtaracaksa free software'ler kurtaracak tezini bir kez daha haklı çıkarıyor.<br />bir de, bu software'i adil'in <a href="http://www.tohumlar.org/">tohumlar</a>'ından öğrendim.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-81140698435264555542010-01-30T12:35:00.001+01:002010-01-30T12:37:09.816+01:00... the task is to demonstrate how those whom power-holders consider to be marginal are central to themselves.<br /><br />maurice blochtankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-86271217076465968012010-01-29T17:17:00.003+01:002010-01-29T17:22:12.313+01:00mary hudsonOffhand, I can remember seeing just three girls in my life who struck me as having unclassifiably great beauty at first sight. One was a thin girl in a black bathing suit who was having a lot of trouble putting up an orange umbrella at Jones beach, circa 1936. The second was a girl aboard a Caribbean cruise ship in 1939, who threw her cigarette lighter at a porpoise. And the third was the Chief's girl, Mary Hudson.<br />"Am I very late?" she asked the Chief, smiling at him.<br />She might just as well have asked if she was ugly.<br /><br />from <em>The Laughing Man</em> by J.D. Salinger in <em>Nine Stories</em>tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-48512699775729046032010-01-26T13:30:00.008+01:002010-01-29T11:41:34.598+01:00çok ıvır zıvırevvelden bahsettiğim alman yazarları almanca'dan okuyayım derken hiç okumama alışkanlığımı nispeten yenerek hesse okumaya başladım ve yine salaklığıma yandım. ne güzel kitaplarmış öyle, hele kamuran şipal çevirisiyle yayınlananlar. kısa romanı <em>knulp</em> ise tam aradığım şeymiş.<br /><br /><em>avatar</em>'ın görüntülerine çenem düştü, hikayesine burnum kıvrıldı. ona gitmeden evvel <em>yüzüklerin efendisi</em>'nin üçünün de extended versionlarını seyrettiğimden, <em>avatar</em> da işte bu kadarmış dedim. hikayedeki alegori ise bir çeşit pop-antropoloji ürünü herhalde, her şeyin pop'u gibi hem iyi hem çok kötü.<br /><br />yasemin mori'ye gittik babylon'da, şahaneydi. david aşık oldu yasemin'e, gitti sahnenin dibine girdi. sanırım nil orhan veli'yse, yasemin de turgut uyar'dır.<br /><br />garajistanbul'da <em>kassas</em>'a gittim, bir daha da garajistanbul'a gitmem.<br /><br />kar çamur demeyip işsanat'taki balkan naci sergisine gittim, büyük hayalkırıklığı oldu. ama karşı sanat'taki <em>yemek</em>'te hoş işler var.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-88902567991714216462010-01-23T00:07:00.004+01:002010-01-23T12:22:30.004+01:00tünel kayışıTünelleri insanlar için yaptık. Yokuşlardan lahzada insinler, yokuşları ani vakitte çıksınlar diye. Tünelin kayışı, Tünele ilk defa bindiği zaman sevinen ve bu sevinci bile belli etmek istemeyen bir çocuk için yapılabilecek bir şey.<br />Eğer bugün biz tünel kayışı yapamıyorsak, bunun en büyük sebebi Tünele ilk binen ve sevinen çocuğu sevmememizdendir, demeyeceğim. O zaman hem kendimi methetmiş olurum, hem de tünel kayışı yapabilecek bir iktidarda olduğum zehabı hasıl olur, müracaatlar vaki olur! Diyeceğim yalnız şu: Şu insanlara hiçbir şey çok değil.<br />Edirnekapı'da bu akşam bir ana bir çocuğun Tünele nasıl bindiğini dinleyecek. Çocuk, "Kocaman gözlü adam bana baktı da, iyice sevinemedim," diyecek. Yabancılara gülemediği, beyaz dişlerini gösteremediği, duyduğu şeyleri, söyleyemediği şeyleri bu anaya söyleyecek, onlar da Tünele binmiş kadar sevinecekler.<br /><br />Sait Faik, Tüneldeki Çocuk, 1946tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-84581683105525050682010-01-18T13:10:00.006+01:002010-01-22T17:27:40.650+01:00ondan bundanThe Law is not only severe, ruthless, blind; at the same time, it mocks us. There is an obscene pleasure in practising the Law.<br />Zizek, from <span style="FONT-STYLE: italic">The Pervert's Guide to Cinema</span> (2006)<br /><br />geçen gün otobüse tepecik'ten binip çatalca'da inen iki türbanlı kadından birinin başındaki eşarbın deseni sepia ve eflatun renkli bir dünya haritasıydı. niye? nasıl? how come? hangi eşarp imalatçısı bu desende mal üretiyor, nerede satıp kimler kafasına bu eşarbı koyuyor?<br /><br />cumhuriyetçi devlet politikalarının açtığı nişte mütevazı bir orta sınıf olarak yaşayagelirken 1970'lerden beri giderek hızlanan ve 2000'lerde iyice dramatik boyutlara varan bir şiddetle sosyo-ekonomik ayrıcalığını kaybedenlerin bir çeşit milliyetçi, kemalist söyleme sarılarak politize olmaları, maalesef o bildiğimiz klişe ile "çelişkileri keskinleştirmekten" öte bir işe yaramıyor. zamanında sistem mağduru olan hiçbir gruba teveccüh etmemiş, mağdurlara sırt çevirmeyi marifet saymış bir sosyo-ekonomik yığının sıra kendisine geldiğinde, öyle ya da böyle sahip olageldiği eğitim seviyesi (en temel haliyle bir modernist repertuardır bu, ve az şey değildir, keza aynı sosyo-ekonomik grubun kariyerinde "bir dakika karanlık" eylemi vardır ki, bazen harekete geçebileceğine işarettir) ile karar verme mercilerindeki ve ulusal iletişim ağlarındaki hiç de azımsanmayacak nüfuzunu kullanamamakta, düşmek üzereyken bile damdan düşmüş olanlarla empati kuramamakta. bu da, nihayetinde kemalizm'in halen sistemli ve sahici bir şekilde kendi özeleştirisini yapamaması ile ilgili.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-28775449660370579072010-01-17T18:24:00.005+01:002010-01-17T19:13:21.240+01:00sol, sinizm, pragmatizmNasyonal sosyalizmi kutlu bir radikalleşmenin yan tesiri gibi görerek küçümsemek, soldaki kriz sinizminin tarihsel yanılgısıdır. Sadece reel-politik, taktik bir hatadan bahsediyor değiliz. Krizi derinleştirmeye indirgenen politik otomatizm, 'ultra' iradeciliği kendi zıddına çeviren uğursuz bir diyalektiği işletir. Politik eylemin inşacı potansiyelinden yüz çevirip, 'çelişkileri keskinleştirmeye' odaklanarak onu bir tür matkaba dönüştürmek, aklı ve sezgiyi dumura uğratır. Bu seyir içinde iradi zorlama, kadercilik halini alır. Asıl önemlisi: Krizin tahribatına 'güvenmek', işçi sınıfının öznelliğini, tarihsel rolünü reaksiyona, reflekse indirgemektir. Boğazına kadar batınca can havliyle zincirlerini kıran işçi imgesine dayalı devrim tasarımı, işçilere, zincir kırmaktan başka bir misyon atfetmez. Nasyonal sosyalizm de, el eriminde bulunan düşmanlar işaret ederek, paldır küldür bir "yetti artık!" isyanını körüklemiyor muydu? Sosyalizmin farkı, işçilerin isyanda da çarkın dişlisine indirgenmesine meydan vermemek olmalıydı, değil mi?<br /><br />[...]<br /><br />Merkez üssü meşhur '68 olan, 1960'ların ve 1970'lerin dünya çapındaki radikal sol dalgası, sosyal refah devletinin bu altın çağının ürünüydü. Sefalete, yoksulluğa sebebiyet veren bir sisteme tepki değildi bu; tersine, tam da en "adaletli" devrini sürmekte olan kapitalizmin, emekçilerin/insanların ufkunu daraltmasına başkaldırıydı. [...] Yoksunluklar, tahripkar deneyimler, ancak 'başka türlü bir şey'in hayal edilmekle kalmayıp ucu göründüğünde, başka türlüsünü akla düşüren iyileştirici eylemler yaşandığında, yapısal çelişkiler olarak tebellür ederler. Daha önemlisi, 'başka türlü bir şey'i hayal etmek ve istemek, bir <em>öznelik kapasitesini</em> gerektirir. Toplumsal reformlar ve 'iyileşmeler', bunların gerçekleşmesini sağlayan politik-toplumsal mücadele ve örgütlenmelerle beraber, öznelik kapasitesini geliştiren güçlenme deneyimleridir. [...]<br />Kısmi iyileşmeleri, reformları kaş kaldırarak karşılayan 'radikal' tutum, zahidane bir sakınganlığa, bir asketizme döndüğü oranda; işçilerin daha 'ileri' taleplerini geliştirmeleri, arzularını beyan etmeleri, utandırıcı bir imtiyaz gibi görünür hale gelecektir. Sanki en çok istenen, asıl beğenilen, sefil, perişan, hiçbir şeye takati olmayan bir ezilenler sınıfıdır; 'kendisi için bir şey isteyemeyecek' bir acizler yığını. Bu tasavvur, devrimcileri, onlar adına, vekaleten mücadele edenler olarak 'kurumlaştırır'. Beğenmedikleri işçi aristokrasisine mukabil bu kez onlar bir 'aristokrasi' olurlar.<br />Her küçük adımı abes sayan; nihai ve topyekün büyük çözün dışında her nispi iyileşmeyi, küçümsemekle kalmayıp göz boyayıcılıkla hatta "iyi niyetle" örtülmüş bir ihanetle itham eden bu boşunalık imanındaki sinizm, aslına bakılırsa gericiliğin belli başlı alametlerinden biridir.<br /><br />Tanıl Bora, "Kriz, Fırsat ve Sinizm" <em>Sol, Sinizm ve Pragmatizm</em>'de, İstanbul: Birikim, 2010, s. 84, 87.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-49585999207441318362010-01-12T12:21:00.003+01:002010-01-12T13:03:51.964+01:00gülme"Yaşama tüm ciddiliğini bizim özgürlüğümüz kazandırır. Olgunlaştırdığımız duygular, içimizde gizlediğimiz tutkular, düşünerek karar verip uyguladığımız eylemler; kısacası, bizden gelen, tümüyle bizim olan şeyler... İşte yaşama kimi zaman dramatik, genellikle de ciddi bir hava veren bunlardır. Bütün bunları komediye dönüştürmek için ne gereklidir? O görünürdeki özgürlüğümüzün altında iplerden oluşan bir düzeneğin yattığını ve bizlerin, ozanın dediği gibi, şu ölümlü dünyada ipleri yazgının elinde zavallı kuklalar olduğumuzu düşünmek gerekir. Öyleyse düşgücünün bu basit imgeyi çağrıştırarak komiğe kadar götürmeyeceği hiçbir gerçek, ciddi, hatta dramatik sahne yoktur."<br /><br />Henri Bergson <em>Gülme</em> çev: Yaşar Avunç İstanbul: Ayrıntı s. 47tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-58631718821777617962010-01-07T16:53:00.004+01:002010-01-07T19:49:46.925+01:00hem öyle hem böyle2009'da kaçırdığım albümleri yılsonu listeleri sayesinde yakalamaya çalıştım. neyse ki pitchfork, zevklerimiz uyuşmasa da, yargılarından neyi beğenip neyi beğenmeyeceğimi çok şık biçimde çıkartabildiğim bir dile sahip. bat for lashes'ın <em>two suns</em>'ı gerçekten şahane. grizzly bear'in çok umutla beklediğim <em>veckatimest</em>'inde iş yok, keza antony and the johnsons'ın <em>the crying light</em>'ında da. bibio'nun <em>ambivalence avenue</em>'sü ise pek güzel bir sürpriz.<br /><br />zizek'in <em>pervert's guide to cinema</em>'sını da, moore'un <em>sicko</em>'sunu da yeni izledim. çağımızda truth teller olma iddiasında bulunmak için niçin göbek gerekiyor, bunu çözmeye çalıştım.<br /><br />fatih akın <em>soul kitchen</em>'da muhtemelen farkında olmadan, sarışın, sıska alman-almanlara karşı feci bir ayrımcılık yapmış, hepsini pek bir kötü kötü göstermiş. aman diyeyim. akın'ın karnivalesk diline bile böyle bir dışlayıcılık yerleşmişse, iyiye gitmiyoruz.<br /><br />2009'un son gününde jasper'i hamama götürdüm, hem 2010'a ben de tertemiz girerim dedim. ama sadece girmek 50 tl olunca, kese mese yaptırmadan bi ıslanıp çıktım. yine de en temiz girdiğim sene 2010'dur herhalde.<br /><br />çatalca'da, istanbul'da, memlekette her şey bildiğimiz gibi. nişanyan'ın <a href="http://nisanyan.blogspot.com/2008/09/abhazyann-fethi.html">şu</a> meşhur yazısına tekrar denk geldim. özellikle son cümlesini hatırladığım iyi oldu, ne de olsa en az 1,5 sene yurt sathındayım:<br />"En önemlisi şu: bu memlekette öyle güvercin tedirginliğiyle yaşamaya gelmez. Köpek gördün mü değnekle üstüne yürüyeceksin."<br /><br />çatalca'da değişen birşey yok dedim, ama saatçı mustafa'yı yeni tanıdım. saatçı, anahtarcı ve dövmeci. çarşının ortasında. dükkanın yanındaki kuruyemişçi bir de üstteki apartman onunmuş. kendisi harleyci ve rockçı. müzisyen. çılgın apaçi olarak cümle alem tarafından tanınıyor. hafta içi çatalca'da robot hayatı yaşıyor, hafta sonu ver elini taksim, ortaköy, bebek, nişantaşı, kadıköy. belki kendisini oralarda upuzun pançoları, yüzük yüzük parmakları, geniş şapkaları ve makyajlı suratıyla görmüşsünüzdür. ortaköy'deki hakan'dan bahsetmiyorum, o mustafa abi'nin eline su dökemez. içinde bulunduğum yirmi dakika boyunca bir de anladım ki, kendisinin dövmeci dükkanı, çatalcalı ve tepecikli gençlerin alternatif turkish subculture'ına açılan dehlizi. mustafa abi'nin dükkanında aradıkları soluğu bulamazlarsa otobüse binip avcılar'a kadar gitmeleri gerekiyor, ki bu da üç lira demek, az değil.<br /><br /><a href="http://www.zaytung.com/">zaytung</a> çok iyi geldi, geç keşfettiğime hayıflandım. özellikle en çok <a href="http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=730">şuna</a> güldüm. zamanında bir de <em>snıf...!</em> vardı, bilmem hatırlayan çıkar mı?<br /><br />aşure mevsimi hepimize hayırlı olsun.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-12544190331940227002009-12-26T08:54:00.000+01:002009-12-26T08:55:14.115+01:00tschüss!tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-25886220974888820322009-12-23T02:51:00.004+01:002009-12-23T03:00:38.309+01:00ästhetikClive Bell'in <span style="font-style: italic;">Art</span>'ından (1912):<br /><br />At the risk of becoming a bore I repeat that there is something ludicrous about hunting for characteristics in the art of to-day or of yesterday or of any particular period. In art the only important distinction is the distinction between good art and bad. That this point was made in Mesopotamia about 4000 B.C., and that picture in Paris in 1913 A.D., is of very little consequence.<br /><br />şu significant form muhabbetleri. ilk okuduğumda hem salakça bulmuş, hem de sinirlenmiştim. ama hem salakça bulunacak hem de sinirlendirecek türden çelişkili izlenimler yaratan her yargı gibi, kafamın bi yerinde tıngırdamaya devam etti durdu. şimdi ise neredeyse buna hak verecek durumdayım. yaşlanıyor muyum nedir?tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-10066405248313234262009-12-19T16:10:00.012+01:002009-12-19T22:51:55.400+01:00şöyle şöyle<span style="font-size:100%;"><span style="font-family:arial;">çalışma masamı sattığımdan beri cam önündeki ufak yuvarlak masada çalışıyorum. kar yağdığından, daha güzel oluyor böylesi. beş küçük apartmanın arka taraflarının baktığı bir boşluk. karşı apartmanın birinci katında oturan yaşlı kadın arada arka balkonuna çıkıp bir şeyler silkeliyor ya da balkonundaki karları süpürüyor. her seferinde tam karşısında beni görüyor, ama selamlaşmıyoruz.</span><br /><span style="font-family:arial;">yarın ev sahibi gelecek. bir de yeni kiracı. benim buradaki son haftam ve hayatımın son üç finali. yine sabaha doğru birşeyler çiziktirip göndereceğim herhalde, şimdilik aklıma yazacak pek birşey gelmiyor. bir tanecik werder maçına gidemedim, ona yanıyorum. bir de, meğer bremen'in çikolatacısı hachez'in evimin dibinde fabrika satış mağazası varmış, ben gidip gidip kent merkezindeki şık cholocaterie'lerinden alıyordum salak gibi, ona da yandım. bir de çıkıp iki bira alayım sabaha doğru paper'ım bitince kendimi ödüllendiririm demiştim, gidip yanlışlıkla alkolsüz bira almışım.</span><br /><span style="font-family:arial;">ama son günlerde süper filmler izledim:</span><br /><span style="font-family:arial;">atom egoyan - where the truth lies (2005)</span><br /><span style="font-family:arial;">jim jarmusch - limits of control (2009)</span><br /><span style="font-family:arial;">nicole kassell - the woodsman (2004)</span><br /><span style="font-family:arial;">erik poppe - deUsynlige (2009)<br /><br />bir de ufak bir ece ayhan pastişi:<br />düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur<br />ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri?<br /></span></span>tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-42161201163037778882009-12-13T11:44:00.003+01:002009-12-13T11:50:06.140+01:00art worldDespite exhaustive research, however, I still find the art world fascinating. One reason is no doubt that it is tremendously complex. Another relates to the way this sphere blurs the lines between work and play, local and international, the cultural and the economic. As such, I suspect it indicates the shape of social worlds to come. And even though many insiders love to loathe the art world, I have to agree with Artforum publisher Charles Guarino: "It's the place where I found the most kindred spirits - enough oddball, overeducated, anachronistic, anarchic people to make me happy." Finally, it must be said that when the talk dies down and the crowds go home, it's bliss to stand in a room full of good art.<br /><br />Thornton, Sarah (2009) Seven Days in the Art World, p. xixtankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-59497793854706174622009-12-12T11:17:00.003+01:002009-12-12T11:27:20.662+01:00futbolIn our own time, one of the most popular, influential branches of the culture industry is unquestionably sport. If you were to ask what provides some meaning in life nowadays for a great many people, especially men, you could do worse than reply 'Football'. Not many of them, perhaps, would be willing to admit as much; but sport, and in Britain football in particular, stands in for all those noble causes - religious faith, national sovereignty, personal honor, ethnic identity - for which, over the centuries, people have been prepared to go to their deaths. Sport involves tribal loyalties and rivalries, symbolic rituals, fabulous legends, iconic heroes, epic battles, aesthetic beauty, physical fulfilment, intellectual satisfaction, sublime spectaculars, and a profound sense of belonging. It also provides the human solidarity and physical immediacy which television does not. Without these values, a good many lives would no doubt be pretty empty. It is sport, not religion, which is now the opium of the people. Indeed in the Christian and Islamic fundementalism, religion is less the opium of the people than the crack of the masses.<br /><br />Eagleton, Terry (2008) The Meaning of Life, Oxf Uni Presstankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-76115641992507340352009-12-11T00:13:00.005+01:002009-12-11T01:31:35.602+01:00torunlarKomşu tarladan bir kadın seslendi. "Cafer, arkadaşın kimlerden?" dedi. Cafer bilmiyor tabii, ben söyledim işte, "... Mahallesi'nden Bedriye'nin oğluyum." "Gavur kızı Bedriye'nin mi?" dedi. Ben bir allak bullak oldum.<br /><br />Artık ölmeye daha yakın, yaşlandı, daha rahat konuşuyor. Ölüm korkusu çok etkili bir şey galiba, sürekli bize şöyle diyor mesela: "Biz onların hiçbirinin evinden bir şey almadık." "İnşallah almamışsınızdır," diyorum. Çünkü o vicdanla yaşayamamak az buz şey değil. "Yok," diyor, "almadık ama koruyamadık da."<br /><br />Bir gün hatırlıyorum, böyle sakin bir gün, halam büyükanneme, "Ne olur bir anlatsan nereden geldin, ne yaptın?" dedi. Biz evde Zazaca konuşurduk, büyükannem de Zazacayı çok güzel öğrenmişti. Elini böyle başının tepesine koyarak Zazaca dedi ki: "Tırnak bulamasınlar kendilerini kaşımaya. Hepimizi birbirinden ayırdılar." Bunu şimdi size anlatırken tepemden sanki alev çıkıyor...<br /><br /><br />Altınay & Çetin (2009) <em>Torunlar</em> Metis: İstanbul, s. 90, 155, 118tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-64723426951592666142009-12-10T23:26:00.003+01:002009-12-10T23:39:56.682+01:00boyhoodThat is how the questioning always works. At first it may wander here and there; but in the end, unfailingly, it turns and gathers itself and points a finger at himself. Always it is he who sets the train of thinking in motion; always it is the thinking that slips out of his control and returns to accuse him. Beauty is innocence; innocence is ignorance; ignorance is ignorance of pleasure; pleasure is guilty; he is guilty. This boy, with his fresh, untouched body, is innocent, while he, ruled by his dark desires, is guilty. In fact, by this long path he has come within sight of the word <em>perversion</em>, with its dark, complex thrill, beginning with the enigmatic <em>p</em> thah can mean anything, then swiftly tumbling via the ruthless <em>r</em> to the vengeful <em>v</em>. Not one accusation but two. The two accusations cross, and he is at their point of gunsight. For the one who brings the accusation to bear on him today is not only light as a deer and innocent while he is dark and heavy and guilty: he is also Coloured, which means that he has no money, lives in an obscure hovel, goes hungry; it means that if his mother were to call out "Boy!" and wave, as she is quite capable of doing, this boy would have to stop in his tracks and come and do whatever she might tell him (carry her shopping basket, for instance), and at the end of it get a tickey in his cupped hands and be grateful for it. And if he were to be angry with his mother afterwards, she would simply smile and say, "But they are used to it!"<br /><br />Coetzee, J.M. (1997) <em>Boyhood</em> Vintage: London, p. 60-61tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1645624831488737582.post-34142993741847604532009-12-10T22:29:00.002+01:002009-12-10T22:41:16.019+01:00Seyyid HasanAkşam yemeklerine katılanlara ilaveten, Seyyid Hasan sık sık da yenilip içilenlerin listesini veriyor. Hatta, günce yazarı olarak hamaratlığı tuttuğunda, önce kişileri ismen sıralıyor, sonra isimlerin yanına birer numara koyarak kaç kişi olduğunu belirtiyor, sonra menüyü de aynı biçimde, her bir kalemi numaralayarak sayıp döküyor - yaşamını oluşturan şeylerin çetelesini tutmakla ilgili, hiç kuşkusuz günce yazmasına da ön ayak olan bir saplantının belirtileri bunlar. Fakat günce yazarımızın yeyip içtiklerini kağıda geçirmekte gösterdiği bu gayretkeşliğin başka, muhtemelen daha basit bir sebebi de vardı: onun yemek yemeği sevdiği ve önemsediği anlaşılıyor. Turfanda bir meyve ilk çıktığında bunu not etmeye değer buluyor; aynı şekilde, baharda kuzu etini ilk kez nerede ve ne zaman yediğini anmadan edemiyor. Sokakta satılan lezzetli yiyecekler, mesela nane turşusu, onu tarikat adabının buyruğunu göz ardı edecek kadar cezbediyor: "<em>kadir oldukça çarşu ta'amun yimeye</em>".<br />[...]<br />Şu hayatta, nisbeten rahatça yaşamak nasip olmuşsa insana, eş dostla yarenliğin tadını çıkarmaktan daha önemli ne olabilir? der gibidir tavrı. Seyyid Hasan'ın benzersiz bir bilgelik ya da bir felsefi içgörü sahibi olduğunu söylemek istiyor değilim; aksine, güncesinde felsefi düşünmeye herhangi bir eğilim, ya da eleştirel bir bilinç görülmez. Onunkisi son derece kesin hatlarla tanımlanmış, kendisi için nisbeten sorun oluşturmayan bir dünyadır. Bu dünyada, bir yandan tevarüs edilen toplumsal ve zihinsel tavırlar, bir yandan da kurumsallaşmış, toplumla kaynaşmış, parasal açıdan güvenli bir dergah hayatı ağır tempolu, mücadeleci olmayan bir varoluşu mümkün kılmış, bu da bireyi, kendini kurcalamaya yol açacak bir kişilik bilincine sevketmiştir.<br /><br />Kafadar, Cemal (2009) <em>Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken</em>, İstanbul: Metis, s. 63, 66.tankuthttp://www.blogger.com/profile/18084081188355992314noreply@blogger.com0