19 Nisan 2009

Suya Karıştı

Ahmet’i de yanımıza almamızı babam istedi. “Sabahtan akşama hiçbir şey yapmadan oturuyor, bari sizle gelsin,” dedi, “hem annesi de çok üzülüyormuş.” Bir iki kez aramıza çağırmıştık ama bizle birlikte takılmaktan hoşlanmıyor gibiydi. Elinde günlerdir aynı kitabı evirip çevirdiğine bakılırsa zamanını kitap okuyarak geçirdiği de söylenemez. Evin içinde pek oturduğunu da sanmıyorum, televizyon falan seyretmiyor yani. Birkaç defa kucağında bilgisayarla gördüm ama, tam da bütün gün bilgisayar oynayıp internette chat yapıyordur diyeceğiniz türden biri olmasına karşın, annesinin babama söylediğine göre bilgisayarla da fazla oyalanamıyormuş.
Onu çağırmaya Lale gitti. Döndüğünde, “gelecekmiş ama fazla kalamayabilirmiş” dedi. “İyi de onun için erkenden dönemeyiz ki,” dedim. Lale “Ben de öyle dedim ama, sorun olmazmış, gerekirse kıyıya kadar yüzermiş,” dedi.
Babamın geçen sene satın alıp sıkıldıktan sonra bu yaz başında her şeyiyle bana devrettiği, iki yüz yirmi beş beygirli, tek kamaralı şık teknemizle açılacaktık. Deniz bizim sitenin önünde fazla sığ ve yosunlu olduğu için aşağı yukarı her gün siteden arkadaşlarla birlikte böyle açılıyoruz. Çevrede teknesi olan birkaç kişi daha var, bazen açıkta onlarla da buluşuruz. Genelde beş altı kişi oluruz. İşte bu sefer Ahmet de bizimle gelecek.
Biz beşimiz, saat iki civarı kıyıda buluşup Ahmet’i beklemeye başladık. Hepimizin omzunda havlular asılıydı. Lale ile Yeşim çantalarını da almışlardı. İçlerinde güneş kremleri, ipodları ve kitapları duruyordu. Yeşim zaten yaz başından beri aynı kitabı gezdiriyor çantasında. Levent’le Ege de ipodlarını Lale’nin çantasına koymuşlardı. Levent’in elinde deniz gözlükleri ve paletler falan da vardı.
Bir iki dakikaya Ahmet de geldi. Bizim güneş yanığı tenlerimizin yanında onun teni bembeyazdı, ama bizden daha sağlıklı gözüküyordu. Uzun boyluydu ve omuzları kıskandıracak genişlikteydi. Dik ve kendinden emin duruşuna karşın suratında ürkek ve alık bir görüntü vardı. Yine de havasındaki birşeyler dışlamaya meraklı yaşıtlarımın onu hafife almasına engel olacak cinstendi. Levent, Ahmet’in gelişini baştan kayıtsız karşılamıştı ama onu yakından gördükten sonra Ahmet’in aramıza katılmasından rahatsız olduğunu hissettim. Sebebi basit, Yeşim’in Ahmet’ten az da olsa hoşlanması ihtimali... Lale kısaca Ahmet’i Yeşim, Ege ve Levent’le tanıştırdı. El sıkışmadılar, zaten hepsi birbirini önceden tanıyordu. Sadece daha önce hiç konuşmamışlardı.
Kıyıdan yirmi adım kadar açıkta duran tekneye yürüyüp sırayla bindik. Ege çapayı çekti. Motoru çalıştırdım. “Önce bir tur atalım mı?” dedim bizimkilere. Yanıt gelmeyince, Lale Ahmet’e sahilde tekneyle bir tur atmayı isteyip istemediğini sordu. “Olur,” dedi Ahmet, “sizin için bir sakıncası yoksa...”
Ege, Levent ve Yeşim kamaraya girmişler, buzdolabından biralarını çıkartıp içmeye başlamışlardı bile. Ahmet, “Motor kaç beygir?” diye sordu. “İki yüz yirmi beş” dedim, “kullanmak ister misin?”.
“Becerebilir miyim ki?”
“Evet tabii, kolaydır. Yalnızca direksiyonu sıkı tut, o kadar.”
Bir süre Ahmet kullandı tekneyi. Bu sırada rüzgarda uçuşan pareosuyla birlikte Yeşim de teknenin burnuna çıkmıştı. Doğuya doğru birkaç kilometre yapmış olmalıydık. Ufak bir burnu, iki siteyi ve birkaç iskeleyi geçtik. Sıcak, bulutsuz bir temmuz günüydü. “Buralarda duralım istersen,” dememle Ahmet aniden gaz kesip motoru durdurdu. Bir süre denizin üstünde hızla gidip de rüzgarla sersemledikten sonra ansızın durup yavaş yavaş salınmak her zaman hoşuma gitmiştir.
Ege çapayı attı. Lale, kendisine, bana ve Ahmet’e bira getirdi, Yeşim’in çantasından kuruyemiş paketini çıkartıp kuruyemişleri küçük kaplara döküp aramıza koydu. Ben kıç taraftaki tenteyi açtım, güneş pek dayanılacak gibi değildi. Levent, teknenin burnunda güneşlenip müzik dinleyen Yeşim’in yanına gitti.
Söze nasıl başlanmalıydı? Doğrudan, annesiyle babamın yakınlaşmasından mı bahsetseydik? Bir çeşit kardeş mi oluyordum yani Ahmet’le? Yoksa, annesiyle babamın ilişkisini bilmezden gelecek, ya da bir şekilde bunun söz etmeye değmeyecek birşey olduğunu birbirimize ima edip daha başka şeylerden mi konuşacaktık? Daha başka konuşacağımız bir şey yoktu ki. Sitedeki bütün evler (on dört müstakil tripleks) bu bahar boyanmıştı ve yeni tutulan bahçıvan sitenin bahçesini daha önce hiç olmadığı kadar güzelleştirmiş, sitenin her köşesinde kafam kadar ortancalar açmıştı. Ne yani, bunlardan mı konuşsaydık? Hem, birbirimizin gittiği okulları, kaçıncı sınıfa geçtiğimizi, bölümlerimizden memnun olup olmadığımızı da biliyorduk. Konuşacak fazla bir şey yoktu.
Ege kitabını açıp okumaya başlamıştı. Lale de teknenin ortasına uzunlamasına oturmuş, bir dergi karıştırıyordu. Levent’le Yeşim’in de, bizim belli belirsiz duyabildiğimiz sohbetleri bitmiş gibiydi. En doğrusunun kendimi tekne yükselip alçaldıkça çıkan şlap şlap seslerine ve usulca esen poyraza bırakıp gamsızlığımın tadını çıkarmaya karar verdim. Açık denizde, şık teknemizin içinde, altı genç, bu güzel havanın keyfini çıkartıyorduk. Biranın da yardımıyla olacak, bir an çok iyi hissettiğimi hatırlıyorum.
Bir süre sonra Yeşim –hepimizin çoktan alıştığı hareketlerle- bikinisinin üstünü çıkarttı ve yüzükoyun uzandı. O bikinisini çıkartırken yan gözle Ahmet’e bakmıştım; Yeşim’in hareketine nasıl tepki vereceğini merak ediyordum. Hayret etmesi, gözlerini Yeşim’den alamaması (ben geçen yaz Yeşim bunu ilk yaptığında kızın göğüslerine aval aval bakakalmıştım) ya da bakışlarını çevirecek başka bir yer aramak için sağa sola çaresizce göz gezdirmesini görmek hoşuma giderdi, ama hiçbirini yapmadı. Geldiğinden beri yaptığı gibi sakince etrafı süzüyordu. Levent, sıkıldığını, artık denize gireceğini söyledi. Kimse cevap vermedi, o da denize atladı ve “su çok güzel ya kaçırmayın” falan gibi şeyler dedi. Çok geçmeden Lale ve Ege de denize atladı. Levent’i yalnız bırakmak istemediklerini düşündüm.
Sonraki bir iki saat boyunca hepimiz denize defalarca dalıp çıktık, yüzdük, birbirimize su sıçrattık, suyun altından birbirimizin bacaklarını sıktık, deniz gözlüklerimizi takıp kum çıkartmaca oynadık. Önceki günkü halısaha maçını, geçen akşam barda yaşananları, Fuat’la İzel’in ayrılmalarını falan konuştuk. Bu sırada Levent yine delikanlı delikanlı laflar edip hepimizi baydı. Bir ara on beygirlik ufak tekneleriyle Sinanlar yanaştı yanımıza. Yarın Sinan’ın kız arkadaşı Tuğçe’nin doğumgünüymüş, hepimizi akşam dokuz gibi terasa bekliyorlarmış. Herhalde giderdik.
Saat beş olduğunda hepimiz tekneye çıkmış, kurulanmıştık. Güneş alçalmaya başlamış, ufukta bulut kümeleri birikir olmuştu. Herkes birer köşeye çekilmişti ve ben de tenteyi kaldırıp teknenin kıç tarafına uzanmıştım, tenim biraz yansa iyi olurdu. Ahmet, “bir bira daha alabilir miyim?” diye dormuştu. Lale, “sormana gerek yok Ahmet’çim aşk olsun,” falan gibi bir cevap vermişti. “Ahmetçim” sözünü duyunca ilk anda garipsemiştim.
Hatırladığım kadarıyla Lale ve Yeşim kamaranın içindeki şiltelere yatmışlardı, herhalde fısır fısır birşeyler konuşurken uyuyakaldılar. Levent ve Ege de kulaklıklarını takmışlar, müzik dinliyorlardı. Ege’ninkinden çıkan hip-hop sesi dalga, rüzgar ve teknenin şlaplarına uyum sağlamış gibiydi. En son gördüğümde Ahmet de bir kitap karıştırıyordu. Lale’nin kitabı olabilir. Benim de üstüme iyice ağırlık çökmüştü.
Neyse, yarım saat kadar sonra Levent’in sevimsiz horlama sesi yüzünden gözlerimi açtığımda teknedeki herkes derin uykudaydı. Ancak; Ahmet yoktu. Uykuyla uyanıklık arasında çok kısa bir culp sesi duyduğumu hatırlıyorum. Su sıçratmayan, şık bir balıklama dalış sesi. Bunu hatırladığım anda endişeye kapıldım, kötü birşeylerin olduğunu hissetmiştim bile. Denize baktım, ama Ahmet’i göremedim. Bir süre bekledim, sonra diğerlerini uyandırdım. Ne yapacağımızı bilemedik. Gerçi, diğerleri telaşlanacak bir durum olmadığını, herhalde sahile kadar yüzmüş olduğunu söylediler ama ben onlar kadar rahat olamamıştım. Siteye döndüğümüzde de Ahmet’ten haber yoktu. Gören olmamıştı. Sahil Güvenlik bir hafta boyunca onu aradı ama birşey bulamadı. Söylememe gerek yoktur; yazın geri kalanı bayağı keyifsiz geçti. Hiçbirimiz o günkü şaşkınlığımızdan sıyrılamadık.

5 yorum:

  1. üç sene önce yazıp, çeşit çeşit dergilere gönderip kimselere beğendiremediğim öyküm. sonra sabancı'da emre ve yalın'ın masa'sında çıkartmıştık, birkaç kişi güzel şeyler söylemişti hakkında. ben de yine okudum ve beğenmeyenler niye beğenmedi anlamadım. bence güzel bi öykü bu ya.

    YanıtlaSil
  2. bence de hoş bir öykü olmuş. bir de bana fecii şekilde l'avventura nın hikayesini hatırlattı.

    YanıtlaSil
  3. ne yalan soyliym benim cok icime sinmedi oyku.

    YanıtlaSil
  4. iyi şeyler yazabilirdim hakkında ama hem bir sonraki hikaye daha güzel hem de bana 10 beygir tekneyi yakıştırmışın, o yüzden 10 üstünden 2 veriyorum

    YanıtlaSil
  5. ahahh bu 10 beygir esprisini yeni kaptım :) ama tuğçeyi de yakıştırmışım ona ne diyorsun? (kayansel duymasın da)

    YanıtlaSil

başka bloglar: eş dost tanıdık ve sevgi saygı çerçevesi