29 Mayıs 2009

nordik

ne zamandır dinlememiştim, aklıma geldi. herkese çok tavsiyeler ederim.
yerli nordik grubumuz; nordik.

27 Mayıs 2009

hamada

sonunda yeni albüm çıktı geçende:

nils petter molvaer - hamada

20 Mayıs 2009

dayanamayıp taraf'a gönderdiğim mesaj:

Türkan Saylan'ın evinin aranması ile başlayan süreçte, Saylan, Saylan'ın hastalığı ve nihayetinde zamansız ve talihsiz ölümü ile ilgili yapılan haberlerde gazetemin üslubunu basiretsiz ve kabızca bulduğumu paylaşmak isterim. Özellikle bugünkü "obutuary" yazısı, sönük ve yetersizdir. Ergenekon sürecindeki usül hatalarının Saylan'ın ölümünün aniliğine muhtemel etkisi ile profesör Kaboğlu'nun özür çağrısının atlanmış olmasını hoş görmek çok zor.

mesaj bu kadardı. demem o ki; yani eş dost sohbetinde dönüp dolaşıp söylediğim şey şu ki; aslolan beşeri değerlerdir. politika, ideoloji, kültür, ya da insana ve topluma dair her sistem, değerler üzerine kuruludur. değerlendirmelerimizi yaparken başvurduğumuz genelgeçer ve/ya akademik kavramları da, bu değerleri berraklıkla ortaya çıkarmak üzere örgütlemek gerekir.
ilgisiz mi, yoksa naif mi buldunuz? iyi bari.

12 Mayıs 2009

çağdaş tr edebiyatı'nda japonizm

Namluyu üstümde, tam alnımın çatına nişanlanmış gördüm. Birazdan patlamasını, kurşun yemiş bir kafayla dereye düşmeyi bekledim. Tek kurşun yeterdi iyi nişan alınırsa. Uzun saçlarımın arasından fışkıracak kanın suyun üstünde pespembe köpükten oluşturacağı takımadaları saymayı, kızıl bir saç teli inceliğinde başımdan çözülüp dere aşağı uzamasını, saçlarımın siyah bir yosun parçası gibi suyun içinde güzelce dalgalanmasını, dua edercesine açılmış avuçlarıma sırtlarını sürterek geçen yavru balıkların kendilerini sevdirme arzularını hayranlıkla karşıladığımı hayal ettim.
Murat Yalçın (2009) Kesik Hava, YKY, s. 99

türk edebiyatı'nda şiddetin böyle estetize edilişine daha önce rastlamamıştım. ne ömer seyfettin'in pornografik vahşetine, ne de yaşar kemal ya da necati cumalı'nın mücadeleci şiddetine benziyor. zaten niye benzesin? yalçın'ın bu kısa paragrafı, van gogh'tan tarantino'ya kadar uzanan başka bir şeyi, japonist bir estetiği çağrıştırıyor. sanki çinliler göktürklere ırmak başında pusu kurmuşlar gibi hissetirtiyor. insanın anime seyredesi geliyor. ama orada bitmiyor. bak hele; insan bir anda, şu japon mangalarının, osmanlı minyatürlerine ne kadar benzediğini de fark ediveriyor. bir de tabii, bunu anlaması için, kafasındaki bilgilerin arasından uzun bir slalom yapmak durumunda kalışına hayıflanıveriyor. tabii akıl bu, orada durmuyor, devam edip, orhan pamuk gibi bir adam olduğu, o adam benim adım kırmızı'yı yazdığı ve bu satırların naçiz sahibi o kitabı küçük yaşta anadilinden okuma ayrıcalığına sahip olduğu için, bir anda kendini tekrar iyi hissediyor da, lafı daha fazla uzatmıyor.

11 Mayıs 2009

humboldt

Throughout my childhood I was always taken for a slow head, little favored by nature. I still have -only they are fortunately either not noticed or else ascribed to distractions or some other external cause- extremely simple-minded, silly, empty moments which are, furthermore, far too long for the sort they are. On the other hand I cannot say that my mental powers have flagged with the passing years; on the contrary, they have grown and improved. But what was formerly true remains so: my head is by nature slow, scanty in variety of content and not very lively. To this must be added that I impart few outside materials to it. For I have read unbelievably little and still do not enjoy reading; I know very few things with assurance, far fewer than the world thinks, and I have wasted far too much time in mechanical studies which benefitted my mind very little. Thus far the indictments and the faults.
(Wilhelm van Humboldt - Humanist Without Portfolio, p. 403)

Humboldt (1767 - 1835) acayip adam. Yukarıda otobiyografisinden bir parça var. Yirmi küsur dil bilen, dört bir yanda büyükelçilikler yapmış, işte üniversiteler falan kurmuş bir şahsiyet. Ama detay kabilinden şeyler üzerinde yazagelmiş, kasıntı bilgeliklere meyletmemiş bi karakter. Biraz da böyle şaşkın, argue etmeyi beceremeyen, fikirleri pek tutarlı olmadı mı amaan bırak dağınık kalsın diyen, bazen de dönüp dönüp aynı şeyleri yazan bi tip. Hoşuma gitti bu aralar.

05 Mayıs 2009

aşağılık işler

üstümüzde ne alçak bir üçlü, önümüzde ne adi bir ajanda var. cemil çiçek ve bülent arınç başbakan yardımcısı yapılmış, ilkeleri duyularını köreltmiş eski adalet bakanı suikastten kurtulmuş da kahraman edilmiş, kürt siyasiler düzineyle gözaltına alınır olmuş, bütün erkeklerin koruculukla geçindiği köyde filmlerden çıkma bir katliam esmiş, eh haliyle de içişlerine bağlı yeni terör birimi kurulacakmış.

yine de, trde işler belli olmaz.
bakarsınız bizim memleketliler, hem islamcıların hem milliyetçilerin en aşağılıklarından kurulan bu çiçekli arınçlı koalisyonu; bunların kürtleri pataklamak uğruna askerle yaşayacakları sarmaş dolaş balayını, kucaklaştıklarında askerlerin üniforma altından tabancalarını hissettirecekleri piyesleri, ergenekonun yakıcılığını el birliğiyle söndürmek için düzenlenecek bu al-gülüm-ver-gülümlükleri bir banu güven soğukkanlılığıyla "içiniz rahat mı?" diye bile sormadan buruşturur atar.
ya da eskisi gibi, hep birden üç maymunluğa ve mağduru oynamaya devam ederken; bir taraftakiler ah ne güzeldi eskiden ne kürt vardı ne türban diye diye saylan'a balbay'a ağıt yakarak içlerini ferah tutar, dtp'liler itin götüne sokulurken "öldürün bari" demek aklından geçmeyen dündar'a bağlarken; diğer taraftakiler de hak ettikleri valiler, emniyet müdürleri ve bakanlarla birlikte, törelerine dinlerine batmışlıklarıyla, çatışmalardan tabutları dönen evlatlarını gömmeye giderler.

ben hannover eğitim ateşeliği'ne gerekli tüm belgeleri götürmüştüm. ama kağıt gelmiş, yüksek subaylığınızın tecilini gösteren belgeyi de ulaştırın diye.
yine de umutluyum aslında, ne yapalım.

01 Mayıs 2009

bir mayıs

geçen sene bugün evden çıkmış, şişhane'ye yürümüş, bütün meydanın polisle dolu olduğunu görmüş, köşe başlarında ellerinde göz yaşartıcı bomba atan tüfekleri herhangi bir aletmiş gibi taşıyan görevlileri fark etmiş, asık suratım ve anlam veremeyen angut bakışlarımla aralarında bir turist gibi dolaşmış, bazılarıyla göz göze gelmeye çalışmış, sonra öyle şişhane'den kasımpaşa'ya doğru bakmış, işte meydanın orasında burasında üçer beşer dakika oyalanmış, içimde ne kaçmak, ne kovalamak, ne mücadale etmek, ne öfkelenmek, hiçbir hareketin ve hissin canlanmadığını fark etmiş, doğal olarak benimle aynı hissizlikleri paylaşacak birini bulup konuşmak da istememiştim.

bunun, bu 1 mayıs'ta almanya'da olmamla bir ilgisi var.

saat 11'de sielwall'den yürüyüş başlayacak, 12'de kent merkezinde toplanılacaktı. sabah kalktım; dedim ki ben ne alman'ım, ne işçiyim, ne de işçi oğluyum. çıkmadım evden.

çok fena istanbul'u özledim.

başka bloglar: eş dost tanıdık ve sevgi saygı çerçevesi