19 Aralık 2008

bu son olsun bu konuda

nasıl oluyor da, bir cümlede siyasetten dem vurup milli çıkarlardan bahsederken bir dahakinde "benim dedemleri camiye topladılar şöyle yaktılar," "bizim köyde tek tek kulakları kesmişler," diye konuşabiliyorlar? buna pornografi derler. şiddeti estetize etmek derler. aklına gelir, söylemezsin, utanırsın. of neler okuduk, dinledik; ama dilinin ucuna gelse de demezsin, yazacak gibi olursun ama acıyı argümanlaştırmak ayıp gelir. hele ki şahit olmadığını, görmediğini, anlatamazsın.
şimdi bir de, acı ve şiddeti bayağılaştırdıkları yetmemiş gibi, özrü de bayağılaştırdılar. bir an olsun susmayı beceremezler, rahat bırakmazlar. özrü istedikleri gibi tartışmayı kendilerine hak görürler. nasıl bilmiş ve hesapçı bir dildir hemen münazaraya koşarlar. nasıl bir midesizliktir hakkında espri yaparlar. taşak avuçlar gibi özrümü alır tartarlar. bi bulaşmayın, bi dokunmayın, bi siktirin artık yetti ulan.

6 yorum:

  1. Tankutum, tepkine gönülden hak vermekle birlikte aklım bana başka şeyler söylüyor. Gönülle kafa birliğinin olmadığı bir hal de beni en rahatsız eden haldir. O nedenle, senin post'un vasıtasıyla biraz deşeyim kendimi; böylece hem bana faydası olmuş olur hem belki sana. Ermeni Soykırımı'nın bunca yıldır tartışmaya dahi açılmamış olması vicdanen beni müthiş kemiren bir durum (neden kemirdiğini ise anlatacağım) -esasen soykırımın gerçekliği ve kapsamını gösteren belgeler gün gibi ortaydayken tartışılacak çok da fazla bir şey olduğunu dahi düşünmüyorsam da. Doğrusunu söylemek gerekirse; tarihinde, bir başka emperyal gücün uyguladığı bir başka kırıma bizzat maruz kalmış bir sülalenin evladı olmak, hayatım boyunca bir kez olsun canımı sıkan bir durum olarak karşıma çıkmadı. Katledilmiş yahut Sibirya'ya sürülmüş dedelerimin ruhları ne rüyalarımı süsledi, ne de Türkiye'deki Ubıh diasporasına bu nedenden ötürü bir gönüldaşlık hissiyle yaklaştım. Öyleyse Ermeni Soykırımı sözkonusu olunca hissettiğim derin vicdanı sorumluluğun kökü nerede yatıyor olabilir?

    Ubıh-Çerkez'lerin Türkiye'deki diasporasının içinden geçtiği ve 150 yıllık bir tarihi olan keskin ve kesin asimilasyon politikalarından kaynaklanan etnik kimlik inşası sürecindeki dönüşümün bu etnisite mensuplarında yarattığı 'unutturucu' etkiye ne Ermeniler ve Ermenistan örneğinde, ne de Yahudilerde rastlamak mümkün. Nasıl ki Fransız protestanlarının, dedelerinin ve ninelerinin 16. yüzyılda maruz kaldığı katliamlar nedeniyle hicap ve Katolisizm'e yönelik bu nedenden kaynaklanan bir nefret duyma ihtimalleri, Fransız devleti ve bu coğrafyadaki diğer üstyapısal kurumların geçirmiş bulunduğu yapısal değişimlerin ürünü olan benzer bir 'unutturucu' etki nedeniyle yokolmuşsa, Çerkez örneğinde de benzer bir süreç izlemek mümkün: Çerkez çocukları, Rus nefretinin biçimlendirici bir unsur olduğu yetişme sürecinden geçmiyor; kimliklerini tanımlarken (ender de olsa 1864 kırımını tarihsel manada önemli bir dönüm olarak görüyorlarsa da) sıklıkla başka kaynaklara başvuruyorlar. Ermeni Soykırımı nedeniyle sırtımda hissettiğim ağır yük, Ermenilerin muazzam acısının bir nebze olsa dindirilebilmesine yardımcı olabilecek siyasi hamleleri yapma kanallarının açık olmasına rağmen bu kanalların istikametini istediğim ölçüde şekillendirememiş olmamdan kaynaklanıyor (Bu durumda çok kritik bir soru şu: Vicdani sorumluluk hissedip hissetmemeyi, konu edilen meselenin taraflarının güncel acılarının belirleyiciliğine bağlamak, senin hislerinin vicdani niteliğini yok edip onu akılla varılan bir sonuca dönüştürmez mi? Valla 'dönüştürür' diyebilirsin belki Tankutum ama bu da çok benle alakalı bişey. Vicdandan böyle bir şey anlıyorum demek ki ben. Akılla vicdanın koparılamaz bütünlüğü belki?).

    Şimdi akılla vicdanın koparılamaz bir bütünlük oluşturduğunu bir kez kabul etmek ve bu doğrultuda hissetmek, düşünmek ve davranmak, belki de 'tehlikeli' diyebileceğin bir noktaya vardırıyor: Ben Ermeni Soykırımı'nın bugünün Ermenileri üzerinde yarattığı derin acıların dindirilememesi konusunda her ne kadar büyük bir azap ve sorumluluk hissediyorsam da; bugün özür dilemiyorum dostum, belki yarın.. Çünkü aklım bana çirkin ve hak vermememin bugün için imkansız olduğu bazı şeyler söylüyor. Bildiriye imza koyan sevimsiz aydınların güncel görevinin çok başka yönlere işaret ettiğini; tarihi görevleri olan kapitalizme karşı potansiyel (ve güçlü bir potansiyel!) toplumsal muhalefeti örgütleme işini yerine getirme yolunda çaba harcamak yerine; bırak bu konuda TEK bir kelime etmek, varolan kaba aydın nefretini, karşıtlarına son 10 yılda en çok işe yarayan biçimde, en zayıf nokta olan Türk milliyetçiliği paydasında yeniden örgütleyerek kendilerini kamunun ezici bir çoğunluğu nezdinde YİNE, BİR KEZ DAHA gerizekalı konumuna düşürdüklerini söylüyor aklım bana. Vicdanımı aklımdan ve güncel siyasetten ayıramam. Özür dilemememin nedeni, devlet aklının söylediği 'Ermeni tezlerine fayda sağlamak' değil; komünist siyasi aklın işaret ettiği kaçması mümkün olmayan gerçeklerdir. Ve bu gerçekler de maalesef bir kez daha, Türkiye'nin asalak ve yaklaşık 40 senedir yurttaşlarının tek bir derdine derman olamamış aydınlarının yine büyük bir enayilik ederek, katkıda bulunabilecekleri potansiyel toplumsal muhalefet zeminine ihanet ettikleridir. Özrümü, Ermeni kardeşlerimden özür dileyerek, bir süreliğine ertelediğim için darılmazsınız umarım bana.

    YanıtlaSil
  2. denizcim, aklına gelenleri açıksözlülükle paylaştığın için teşekkürler. katılmadığım noktaları belirteyim.
    1. aydınların kendilerini aptal durumuna düşürdüklerini düşünmüyorum. eğer ki sol hareket milliyetçi refleksle buna cevap verip, bu aydın kesimini dışlayacaksa, ya da bu çıkış solda yeni bir parçalanmaya sebep olacaksa, varsın olsun. sol, sınıf mücadelesinden önce, insanlık onuru ile ilgili değil mi? bu tartışma ve neticesinde özür de, en çok bununla yine en çok bununla alakalı. dolayısıyla daha fazla ertelenmeyen özrün türk soluna da, türkiye'ye de faydası var. türk solu da belki sonunda kendisini güç ilişkileri içeriisinden değil, insanlık onuru üzerinden tanımlamaya başlar.
    2. şu kapitalizm emperyalizm tartışması falan. türkiye'deki ermeni sorunuyla bunun hiçbir ilgisi yok. beraber yaşayan, aynı yemekleri yiyen, aynı şarkıları dinleyen, kısmen aynı dili konuşan iki arkadaştan güçlü olanı diğerini pataklamış, ocağını söndürmüş, bi de üstüne işemiş. söylemesi kolay tabii ama ne yapalım, olmuş bir kere. halkların kardeşliği falan diye geçiriyorsak hala aklımızdan, yapılacak ilk şey özür dilemektir. uzatmanın alemi yok.
    3. politika, diplomasi cart curt bunlarla ilgili de ayrıca tartışılabilir, ama bence şimdi değil. önce bir özür dileyelim, sonra kendilerini ermeni olarak görenler özür dilesin özellikle asala'dan dolayı. sonrası gelir.
    4. türkiye'deki toplumsal ve siyasi açmazın zaten ancak böylesi özgün, dünyada da hiçbir örneği bulunmayan bir hareketle çözülebileceği malumdu. tc, tarihinde ikinci defa, dünyanın da ilerisinde bir harekete gebe ve sahne oldu. kıymeti bilinir de bu yoldan düz gidip ilk sola sapılırsa iyi olur, yoksa kötü.

    YanıtlaSil
  3. ben bir iki bişey daha diyeyim canım (ya cümlelerim, okunduğunda ister istemez katı ve haşin görünecek. yüz yüze olsak, az sonra söyleyeceklerimi gayet dostane bir şekilde aktarmaya çalıştığımı görmüş olurdun :). umarım alınmazsın.):

    türkiye solu olarak tanımladığım cephenin, 68'in kırkıncı yıl dönümü vasıtasıyla özellikle taraf gazetesinde köşe dolduruyor olan kimi işgüzarlar tarafından suyu çıkartılırcasına iddia edildiğinin aksine, milliyetçi bir reflekse haiz olduğunu kesinlikle düşünmediğimden [bunun nedenini çok kısaca açayım: ittihatçı gelenekle bir şekilde bağlanmaya çalışıyor türkiye solu. yani iyi güzel de, 1971'de yaşamıyoruz ki, türkiye solunun yayınlarında 'ordu-gençlik elele', 'nasır hükümetinin generalleri nil deltasında yeni baraj açılışındaydı' gibi başlıklarla karşılaşalım. istenince kolayca unutulabilir sanırım bazı tarihi gerçekler. türkiye solunda, 1973 sonrasında yeniden örgütlenen hareketlerin tamamının (burada tiikp-halkın sesi-tikp-sp-ip geleneği dışarda tutulmalı) üstünkörü de olsa bir kemalizm hesaplaşması yaptığı; bu hesaplaşmayı adam gibi yapan kurtuluş, dev-yol gibi hareketlerin kalkınmacı milliyetçi perspektiften bir daha geri dönmemecesine çark ettiği; geri kalanlarınsa "türkiye solu" denen cepheyle HİÇ BİR ALAKALARI kalmamacasına darbeciliğe, ağır bir milliyetçiliğe ve kemalizme kaydığı gün gibi ortada. işçi partisinin türkiye soluyla ne gibi bir alakası olabilir allahaşkına? yahut hkp'nin, chp, dsp ve shp'nin? bu oluşumlar üzerinden türkiye solunu karalamak da yeni bir hastalık. bir tek aklıma tkp geliyor; onu da milliyetçi olarak adlandıranların akıllarının frekans ayarlarıyla oynamaları gerektiğini düşünüyorum zira şu en son örnekte de görüldüğü gibi, şayet olur da imzayı eleştirmişsen, bu tepkinin niteliği illa milliyetçi olarak tanımlanıyor? "ee ermeniler de azerileri kesti, onun için özür dilemiyorlar bakın!" şeklinde ilkel bir tepki olarak algılanmasından korkuyorum ama, sınıftan öcüden kaçarmış gibi kaçan bu zibidilerin ultra-hassas milliyetçilik sensörlerinin kapitalist sömürü konusunda da bu denli hassas olmasını yürekten ümit ederdim.], türkiye solunun hiç bir kanadı bu bildiriye milliyetçi bir tepki vermeyecektir, vermemiştir; çünkü ortada türk milliyetçisi bir damarı bulunan yahut son zamanlarda türk milliyetçiliğine kayan TEK BİR sol hareket yoktur. insanlık onurunun kurtarılması ve reel politiğin getirdikleri meselesine gelecek olursak; düzgün bir programatik çerçeveyi ilkesel olarak bir numaralı öncelik olarak önüne koyması uluslararası ve teorik bir gereklilik olan komünist hareketin aklı başında her kanadı, insanlık onurunun bugünden yarına kurtarılmasının mümkün olmadığını bildiğinden kelli, kendini, dünyanın dört bir yanında ve yaklaşık iki yüz yıldır her türlü siyasi 'kendiliğindenciliğe' tepki olarak varetmiştir. bu noktada soldan, pragmatik esneklik beklememek, beklemeyenlerin hatasıdır; belki de aradıkları ve bulamadıkları şeyi, uluslararası sol harekette değil, insan hakları ekseninde örgütlenmiş sivil toplum kuruluşları yahut komünizmin solundaki hareketlerde keşfedebilirler -benim bu post'ta, eksenini emek ve işçi sınıfı sosyalizmi etrafında olmak üzerinden tanımladığım solda değil.

    YanıtlaSil
  4. Buna yorum yazmak istiyorum ama çekiniyorum Tankut. Öyle bir baskı var bu ülkede. Bir şey söyleyecekken zaten bin kere düşünürken, artık on bin kere falan düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  5. ege sen akhisar'da pembe saçlarla gezebiliyor musun? mesela gezdin de başına birşey geldi mi? gezmedinse gezsen ne olur? ciddi soruyorum öyle aklıma geldi bir an.

    YanıtlaSil
  6. Bizim oraların Türkiye'nin batısındaki pek çok yerden bile daha dışa açık, daha modern olmasına rağmen, pek olası değil pembe saçlarla gezebilmek. Böyle bir şeyi yapsam sadece tuhaf bakışlara ve gülüşmeler maruz kalırım ama Türkiye'nin genelini düşünürsek alacağım tepkiler bunlarla kalmaz.

    Mahalle baskısı diye bir şey hep vardı bizim ülkede.

    Olayı daha derinlemesine incelemek gerekirse şuraya bir bakılmasını rica ederim:

    http://w10.gazetevatan.com/pics/Turkiyede_farkli_olmak.pdf

    YanıtlaSil

başka bloglar: eş dost tanıdık ve sevgi saygı çerçevesi