Nasyonal sosyalizmi kutlu bir radikalleşmenin yan tesiri gibi görerek küçümsemek, soldaki kriz sinizminin tarihsel yanılgısıdır. Sadece reel-politik, taktik bir hatadan bahsediyor değiliz. Krizi derinleştirmeye indirgenen politik otomatizm, 'ultra' iradeciliği kendi zıddına çeviren uğursuz bir diyalektiği işletir. Politik eylemin inşacı potansiyelinden yüz çevirip, 'çelişkileri keskinleştirmeye' odaklanarak onu bir tür matkaba dönüştürmek, aklı ve sezgiyi dumura uğratır. Bu seyir içinde iradi zorlama, kadercilik halini alır. Asıl önemlisi: Krizin tahribatına 'güvenmek', işçi sınıfının öznelliğini, tarihsel rolünü reaksiyona, reflekse indirgemektir. Boğazına kadar batınca can havliyle zincirlerini kıran işçi imgesine dayalı devrim tasarımı, işçilere, zincir kırmaktan başka bir misyon atfetmez. Nasyonal sosyalizm de, el eriminde bulunan düşmanlar işaret ederek, paldır küldür bir "yetti artık!" isyanını körüklemiyor muydu? Sosyalizmin farkı, işçilerin isyanda da çarkın dişlisine indirgenmesine meydan vermemek olmalıydı, değil mi?
[...]
Merkez üssü meşhur '68 olan, 1960'ların ve 1970'lerin dünya çapındaki radikal sol dalgası, sosyal refah devletinin bu altın çağının ürünüydü. Sefalete, yoksulluğa sebebiyet veren bir sisteme tepki değildi bu; tersine, tam da en "adaletli" devrini sürmekte olan kapitalizmin, emekçilerin/insanların ufkunu daraltmasına başkaldırıydı. [...] Yoksunluklar, tahripkar deneyimler, ancak 'başka türlü bir şey'in hayal edilmekle kalmayıp ucu göründüğünde, başka türlüsünü akla düşüren iyileştirici eylemler yaşandığında, yapısal çelişkiler olarak tebellür ederler. Daha önemlisi, 'başka türlü bir şey'i hayal etmek ve istemek, bir öznelik kapasitesini gerektirir. Toplumsal reformlar ve 'iyileşmeler', bunların gerçekleşmesini sağlayan politik-toplumsal mücadele ve örgütlenmelerle beraber, öznelik kapasitesini geliştiren güçlenme deneyimleridir. [...]
Kısmi iyileşmeleri, reformları kaş kaldırarak karşılayan 'radikal' tutum, zahidane bir sakınganlığa, bir asketizme döndüğü oranda; işçilerin daha 'ileri' taleplerini geliştirmeleri, arzularını beyan etmeleri, utandırıcı bir imtiyaz gibi görünür hale gelecektir. Sanki en çok istenen, asıl beğenilen, sefil, perişan, hiçbir şeye takati olmayan bir ezilenler sınıfıdır; 'kendisi için bir şey isteyemeyecek' bir acizler yığını. Bu tasavvur, devrimcileri, onlar adına, vekaleten mücadele edenler olarak 'kurumlaştırır'. Beğenmedikleri işçi aristokrasisine mukabil bu kez onlar bir 'aristokrasi' olurlar.
Her küçük adımı abes sayan; nihai ve topyekün büyük çözün dışında her nispi iyileşmeyi, küçümsemekle kalmayıp göz boyayıcılıkla hatta "iyi niyetle" örtülmüş bir ihanetle itham eden bu boşunalık imanındaki sinizm, aslına bakılırsa gericiliğin belli başlı alametlerinden biridir.
Tanıl Bora, "Kriz, Fırsat ve Sinizm" Sol, Sinizm ve Pragmatizm'de, İstanbul: Birikim, 2010, s. 84, 87.
3 yıl önce
ilk alıntı harikaymış, sağol tankut. tanıl bora'nın çetrefilli dili özleniyo sahiden.
YanıtlaSil