bir iki yıldır aklımda birbirinin tam tersi iki görüş serpilmekte. özleri itibariyle biri kötümser, diğeri iyimser. kısaca; birine göre, türkiye iyice batak bir yere dönüşecek, dünya da türkiye'yi tamamen ihmal edilebilir bulup kendi haline bırakacak, dolayısıyla hep beraber sıçacağız. diğerine göre ise, türkiye bir gelişecek, bir yeşerecek, bir güzelleşecek ki, sormayın gitsin...
aslında yalnızca bu gelgitli düşüncelere bakıldığında da anlaşılabilir ki, türkiye'de ileride de pek bir değişiklik olmayacak; bizim memleket böyle kendi yolunda kör topal ilerlermiş gibi yapacak. yetmiş milyonluk koca ülke, partilerde davetlerde bir gözüküp bir kaybolan, bedava pizzaları ve içki ikramlarını kaçırmayan, eşofman üstü, biçimsiz kot ve eskimiş bot kombinasyonuyla idare etmek durumundaki güleryüzlü ve hoşsohbet üçüncü dünya ülkesi öğrencileri gibi ortalıkta takılacak.
neyse, fark ettim ki; daha çok yurtdışında olduğum zamanlarda karamsarlığa kapılıyor, türkiye'de olduğumdaysa iyimserleşiyorum. hayır, bunun yurtdışında olunca gavurun tekniğine duyulan hayranlıkla filan bir ilgisi yok. keza, yurtiçinde olduğumda da büyükçekmece'den yenibosna'ya giderken e5'in kenarında filizlenen türlü alışveriş merkezlerine bakarak, ulan ne güzel gelişiyoruz helal olsun, diye düşünüyor değilim elbette. çok daha basit bir sebebi var zıt düşüncelerimin; their modes of production. yani; yurtdışındayken memleketle ilgili fikirlerim internet baskılarını takip ettiğim gazetelere dayanıyor. yurtiçindeyken ise, fikirlerim birebir insan ilişkilerine ve günlük yaşam gözlemlerime yaslanıyor.
diyelim radikal gazetesi'nin internet sayfasına bakıyorum; türlü yolsuzluk haberi okuyor, irili ufaklı bir sürü mide bulandırıcı yerel haber görüyor, türk-islam sentezcisinden asker şakşakçısına tonla yazarın varlığıyla yüzleşiyor ve gözümün düşmanlık dolu okur yorumlarına kaymasına engel olamıyorum. eh, kötümserleşmeyeyim de ne yapayım?
öte yandan, diyelim mecidiyeköy'den metrobüse biniyorum ve insanların hayatta kalmak, mutlu olmak, iyi bildikleri değerlerini korumak için bütün yorgunluklarına karşın, uğradıkları haksızlıkların bilincinde olarak, nasıl da mücadele ettiklerine şahit oluyor; ya da, beyoğlu katip mustafa çelebi mahallesi muhtar adayı transeksüel belgin çelik'in adaylık tanıtım toplantısına katıldıktan sonra dışarı çıktığımda, bir anda ellerinde pembe lolipoplarla tünel'den taksim'e yürüyüp "ne akp ne ergenekon" sloganları atan grubun içerisinde buluyorum kendimi. eh, iyimser olmak için de çok sebep var doğrusu...
anlık kötümserliklerimin ve iyimserliklerimin bir araya gelip, daha olgun bir anlamın zihnimde belirdiği zamanlar da oluyor. o zaman, yılgınlığa ya da sersemce ümitlere kapılmadan; tecrübe ettiklerime, gördüklerime, duyduklarıma, okuduklarıma ve bildiklerime daha eleştirel ve soğukkanlı yaklaşabiliyorum.
ntv'nin yeni programı "seçim otobüsü," izleyicilerin böyle bir yaklaşım geliştirmesine yardımcı oluyor ve türkiye'nin karmaşasına çokboyutlu ve hakiki bir anlam verilebilmesini sağlıyor. programı uzun uzun anlatmaya gerek yok, açın izleyin. izlediğinizde, karamsarlığa düşmemize ya da iyimserliğe kapılmamıza sebep olan birçok görüşün aslında nasıl da iç içe geçmiş olduğunu, bazen tek bir bireyin görüşlerinin kendi içinde bir yandan nasıl çelişip, öte yandan ne gibi bir tutarlılık gösterdiğini, insanların günlük dertlerden nasıl da muzdarip olduklarını ancak bu dertlerle baş edecek ne güzel yöntemler geliştirdiklerini, bütün bu çoksesli keşmekeşin aslında tarihsel ve kültürel olarak ne kadar doğal karşılanması gerektiğini, çoğu kişinin bir arada yaşadıkları insanları sevmek zorunda olmadıklarının artık bilincine varıp, sevmeseler de ötekilerin varlığını takdir etmek ve kendilerini ifade biçimlerine saygı göstermek gerektiğinin ayırdına vardığını, dahası bütün bunların nasıl da inişli çıkışlı ve engin bir arazide ilerlemeye çalışmaya benzediğini, hissedebilirsiniz diyesiyim.
yazıyı buraya kadar okuduysanız, ama, yok birader ben ne senin gibi hissediyor ne de senin gibi düşünüyorum, diye içinizden geçirdiyseniz, eyvallah. ama yine de hiç olmazsa şuna katılırsınız diye umuyorum: bizim memlekette hareket var hareket.